Trabzon gezisi Vakfıkebir'de konakladığımız otelden başlıyor ve sizlere günü birlik en iyi gezilecek yerler listesi hazırladım. Bu rota ile Trabzon'u tamamen keşfedeceksiniz.
Vakfıkebir, Trabzon’u bir uçtan bir uca gezebilmek için ilk konakladığımız yer oldu. Hani şu kocaman tekerlek gibi ekmekleriyle meşhurdur. Vakfıkebir’in bir diğer adı da Büyükliman’dır. Vakfıkebir ismini ise Yavuz Sultan Selim’in annesi Gülbahar Hatun’dan almıştır. Zamanında Gülbahar Hatun deniz yolu ile seyahat ederken büyük bir fırtınaya yakalanır ve kurtulması durumunda karaya ayak basması halinde o toprakları Allah’a vakfedeceğini adar. Karaya ayak basak Gülbahar Hatun, toprakları vakfeder. Büyük Vakıf anlamına gelen Vakfıkebir, beş yüz yıllık bir geçmişe sahiptir.
Burası aynı Safranbolu evleri gibi, Osmanlı döneminden kalma ev ve konakların bulunduğu, Arnavut kaldırım sokakları olan ve tepeden Akçaabat’ı panoramik olarak görebileceğiniz bir mahalle. Günümüzde restorasyon çalışmaları halen devam etmekte ve Ortamahalle’ye turistlerin ilgisi de büyük. Ortamahalle son dönemde turizm açısından da önemli bir yere gelmiş. Tur şirketlerinin son dönemde Trabzon gezilerinde Ortamahalleyi gezi programına dahil etmesinin de bunda katkısı büyük.
Ortamahalle'de Demirci Sokak'ta ise hediyelik eşyalar alabileceğiniz dükkanlar bulunuyor. Üst katta ise dinlenip çay kahve içebileceğiniz ve yemek yiyebileceğiniz yerler mevcut. Buradan Akçaabat'ı panoramik olarak görebiliyorsunuz.
Trabzon'un nüfus bakımından en büyük ilçesi olan Akçaabat köftesi ve horonuyla meşhurdur. Şehrin bir de futbol takımı var Akçaabat Sebatspor ve Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıttır. Karadeniz'in her yeri olduğu gibi Akçaabat'ında büyük bir bölümü yeşilliklerle kaplıdır ve sahil kesiminde bulunan bir ilçedir. Doğal güzelliklerini görebilmeniz için yaz aylarında ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Akçaabat sınırları içerisinde Hıdırnebi Yaylası, Sera Gölü, Kayabaşı Tabiat Parkı, Atatürk Köşkü, Trabzon Ayasofya müzesi, Kızlar manastırı, Trabzon Boztepe görmeniz gereken yerler arasındadır.
Sera Gölü bir heyelan set gölüdür. Derecik Vadisi'nde, 21 Şubat 1950'de yağan aşırı yağış sonu vadi yamaçlarından kopan büyük kayaçların vadi tabanını tıkaması sonucu oluşmuştur. Göl 18 günde oluşumunu tamamlamış ve yöre halkın bir gölün oluşumuna bizzat tanıklık etmiştir. Göl içerisinde kano ile gezinti yapabiliyorsunuz. Deniz bisikletleri kiralayıp gölde ailecek gezintide yapabilirsiniz. Göl etrafında manzara seyri, piknik, kamp ve yürüyüş yapabileceğiniz alanlar mevcut. Kano kiraladığınız yerde bir de restaurant bulunuyor.
Trabzon'da da bir Ayasofya (Ἁγία Σοφία) camii var. Aynı zamanda kilise ve müze. Burası bir Bizans yapısı. 1250 yılında Ortodoks kilisesi olarak inşa edilmiş. 28 Haziran 2013 yılında ise cuma namazının kılınmasıyla birlikte Müslüman halkın ibadetine açılmış. Son dönem Bizans Kiliselerinin en güzellerinden birisi de bu kilisedir. Kilise yüksek kasnaklı bir kubbeye sahiptir. Binanın en görkemli cephesi güney cephesidir. Adem'le Havva'nın yaratılışı burada kabartma olarak anlatılmaktadır. Aynı zamanda Trabzon'da 257 yıl hakimiyet sürmüş olan Komninos'un sembolü olan tek başlı kartal motifini yine yapının güney cephesinde görebilirsiniz.
Kızlar Manastırı, Trabzon'un Boztepesi'nin hemen altındaki yamaca kurulmuş. Diğer adı Panagia Theoskepastos Manastırı olarak da bilinmektedir. Aşağıdaki resimden de anlayacağınız üzere şehri buradaki bulunan alandan kuş bakışı görebiliyorsunuz. Manastırın kuruluş yılı 1349-1390 yılları arasında 3.Alexios döneminde olmuştur. Etrafı yüksek koruma duvarları ile örülmüştür. Günümüzde burada ufak çaplı konserler de veriliyor. Boztepe mahallesinde bulunan manastıra minibüs ile ulaşabilirsiniz. Buraya gelmişken hemen üstünde bulunan Boztepe'ye yürüyerek 5 dk. içinde ulaşabilirsiniz..
Trabzon'da Boztepe'ye çıkmak ve manzara izlemek çok keyifli. Ağaçların altında semaverde çay içiyorsunuz ve sessizlik içinde dinleniyorsunuz. Servis konusunda biraz aksaklıklar olsa bile bu manzara her tersliği örtüyor. Hava güzel ve açık olursa Ordu ve Giresun'un da buradan görüldüğünü söylüyorlar. Çevredeki işletmelerin bira daha belediye tarafından düzeltilmesi gerekiyor. O zaman biraz daha misafir karşılama konusunda farklılıklar olabilir. Bu nedenle belediyenin sosyal tesislerin olmasını ben kendi adıma tercih ederdim ancak günü birlik gittiğimiz için çok sorun yapmadım. Buraya teleferik ile de ulaşım var ancak ben Kızlar Manastırına araç ile gittiğim için burası sadece 5 dakika bir mesafedeydi. O nedenle teleferik kullanmadım.
Eyüp ustam bana kemençeye başlamam konusunda ilk el veren ustamdır. İlk kemençemi yapan kişi kendisidir. Bu nedenle Eyüp ustamı Trabzon gezimde Maçka'da ziyaret etmek istedim. Normalde tur otobüslerinin uğrak yeri. Kemençenin nasıl yapıldığını merak edenler için bir gezi durağı. Eyüp Eyüpoğlu dünyanın dört bir yanına kemençe yollayan bir usta. Eyüp Eyüpoğlu aslında emekli bir öğretmen. Maçka'da bulunan atölyesini ise tam 23 yıl önce kurmuş. Bu zamana kadar 1500'ün üzerinde kemençe yaptığı tahmin ediliyor. Kemençelerinin hepsi el emeği. Ustayı ziyaret edenler kısa bir kemençe ziyafetine de tanık oluyorlar.
Hamsiköy sütlacını bilmeyen yoktur. Adını sıklıkla Hamsiköy'ün de duyarız. Maçka'yı 30 dakika geçtikten sonra dağları tırmana tırmana Hamsiköy'e ulaşıyoruz. Hava aşağıda güneşli olsada yağmurun ve sislerin arasından nihayet varıyoruz Hamsiköy'e. Burası gerçekten masal gibi görüntüleri olan bir köy. Kendinizi bir film setinde hissediyorsunuz. Bir anda hava açıyor bütün bir dağı görüyorsunuz ve 5 dakika sonra hafif bir yağmurla birlikte dağa sis çöküyor ev sanki buğulu bir görüntü oluşuyor. Her şeyiyle biz aşık olduk Hamsiköy'e. Zaten youtube videomda izleyeceğiniz görüntülere sizlerde aşık olacaksınız. Zigana dağlarının eteklerinde kurulu olan Hamsiköy'de kuru fasulye ve sütlaç yemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Mübadele döneminde burada yaşan Rum halk göç edince köy uzun bir süre boş kalmış. Daha sonra Çaykara ve Of ilçelerinden buraya gelenler buradaki nüfusu oluşturmuşlar. Buradan Erzurum ve Erzincan'a ulaşım sağlayanlar için Hamsiköy bir durak yeri. Maçka'dan 20 km olarak gözükse de sisli yollar sizin çok da kısa bir sürede erişmenize izin vermeyecektir. Bir de doğanın harika görüntüsü karşısında zaman zaman yolda durup resim çekmek zorunda kalabilirsiniz.
Hamsiköy'den tekrar Maçka'ya dönüp Sümela Manastırı'na giden levhayı takip ederek bir meydana ulaşıyoruz. Sümela Manastırı'na ne yazık ki kendi aracınızla ulaşım sağlayamıyorsunuz. Belli bir yere kadar gidiyorsunuz. Aracınızı otoparka bırakıp gidiş dönüş dolmuş biletinizi alıp bineceğiniz dolmuşlarla Sümela Manastırı'na ulaşıyorsunuz. Manastıra gelince dolmuştan indikten sonra bir 10 dakikalık yürüme mesafeniz var. Belediye yürüyecek alanı düzenlemiş. Ağaçların gölgesi altında Sümela'nın giriş kapısına doğru güzel bir yürüyüş yapacaksınız. Sümela'ya gidecekler için yanlarında şemsiye ve yürüyüş ayakkabısı bulundurmalarını tavsiye ederim. Şemsiyeyi unutursanız da üzülmeyin, yağmur yağarsa ki yağma olasılığı her daim %90, orada şemsiye ve naylon yağmurluk satan birileri mutlaka oluyor.
Sümela Manastırı bir Rum Ortodoks manastırı ve kilise kompleksidir. Osmanlı fethinden sonrada manastırın statüsünde bir değişiklik olmamıştır. Deniz seviyesinden 1.150 metre yükseklikte inşa edilen yapının MS 365-395 tarihleri arasında inşa edildiği sanılmaktadır. Bir zamanlar buradaki Rum Pontus devletini kurmak isteyen milislere de karargah olmuş olan yapı, uzunca yıllar kaderine terk edilerek bırakılmış. Ben gittiğimde yapı restorasyonu devam ediyordu ancak büyük ölçüde onarılmış ve bakımı yapılmıştı. Kültür Bakanlığı restorasyon çalışmalarını yürütüyor.
Girişinde yada çıkışında bir kafe de bulunuyor. Muhteşem manzara eşliliğinde kahve keyfi yapabilirsiniz. Geldiğiniz dolmuşla geri dönmek zorunda değilsiniz. Dolmuşlar dolduğu anda kalkıyor. Herhangi bir dolmuşla dönebilirsiniz. Yeter ki biletinizi kaybetmeyin. Girişte müze kartın geçerli olduğunu söylemek istiyorum. Müze kartınızı zaten şehir gezilerinde her daim yanınızda bulundurmanızı tavsiye ederim. Sümela manastırının içi insanı gerçekten hayrete düşürecek görüntülere sahip. Eğer manastırın açık olduğu zamanı yakalarsanız mutlaka gidip görün. Yazılarla uzunca bir yılı aşkın süredir yaşayan bir eseri anlatmak çok da kolay olmuyor. Kendi gözlerinizle mutlaka bir kere de olsa görmelisiniz.